Nisâ Sûresi 36. Ayetin Önemi ve İhlâs Kavramı

Bu web sitesi yalnızca bilgilendirme amaçlıdır ve dini veya manevi tavsiye niteliği taşımaz. İçeriklerin doğruluğu ve güncelliği için çaba gösterilse de, herhangi bir hata veya eksiklikten kaynaklanabilecek sonuçlardan sorumluluk kabul edilmez. Kendi durumunuza uygun olarak bir uzmana veya güvenilir bir kaynağa danışmanız önerilir.

Nisâ Sûresi 36. Ayetinin Meali

Nisâ Sûresi, Kur’an-ı Kerim’de önemli bir yere sahip olan ve birçok hukuki ve ahlaki konuyu içeren bir suredir. 36. ayetinde Allah, kuluna yönelik en temel emirlerden birini verir: “Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babanıza iyilikte bulunun. Akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolda kalmışlara, elinizin altında bulunan köle, câriye ve hizmetçilere iyilik yapın. Çünkü Allah, kendini beğenen ve çokça övünüp duran kimseleri kesinlikle sevmez.” (Nisâ 4/36)

Ayetin İçerdiği İletişim ve Bu İletişimin Önemi

Bu ayet, Müslümanların sosyal ilişkilerinde nasıl bir tutum sergilemeleri gerektiğini vurguluyor. Allah’a kulluk etmek ve O’na ortak koşmamak, imanın temelini oluşturur. Ancak bu kulluk, sadece sözde kalmamalı, yaşantımıza ve ilişkilerimize yansımalıdır. Ayette zikredilen “ana-babaya, akrabalara, yetimlere, yoksullara, komşulara ve elinizin altındaki kimselere” iyilik etme görevi, insanları birbirine bağlı kılan sosyal bir sorumluluğu ifade eder. İslâm’a ait temel değerlerin ve ahlakının toplumda var olabilmesi için bu ilişkilere özen göstermek gerekir.

Nisâ sûresi, bir sosyal adalet ve yardımlaşma kitabıdır. Bu ayet, yalnızca imanın değil, bu imanın getirdiği ahlaki sorumlulukların da altını çizer. İnsanlar, Allah’a olan kulluklarının bir yansıması olarak, çevrelerine de merhamet ve iyilik göstermekle sorumludurlar. Herkesin bu sorumluluk bilinciyle hareket etmesi, toplumda huzur ve barışın inşa edilmesinde büyük bir rol oynar.

Bu Ayet Üzerine Düşünmek

Ayetin bir diğer önemli noktası ise, “Allah, kendini beğenen ve çokça övünüp duran kimseleri kesinlikle sevmez” ifadesidir. Bu, kibir ve enaniyetin dinimizde ne denli hoş karşılanmadığını anlatmaktadır. Kibir, insanı sosyal ilişkilerinde yalnızlaştıran ve başkalarıyla olan bağlarını zayıflatan bir durumdur. Bu nedenle, müminin kalp yapısında tevazuu bulundurması ve sahip olduğu her nimeti Allah’ın bir lütfu olarak görmesi gerekmektedir.

Kendini beğenme ve övünme hastalığına kapılan bir insan, mümin kimliği ile bağdaşmayacak davranışlar içerisinde bulunabilir. Bu durum ise manevi olarak insanı olumsuz etkiler; zira insan, gerçek değerini sadece Allah’a kulluk ve başkalarına karşı iyilikte bulunmakla elde edebilir. O yüzden, bu ayeti anlamak ve yaşamak, bize sadece toplumsal ilişkilerde değil, aynı zamanda içsel huzurumuzda da oldukça faydalı olacaktır.

Ayetin Ahlaki Boyutu

Nisâ Sûresi 36. ayeti, toplum içindeki bütün bireyleri aydınlatan ilkeler sunar. Bu ayet, yalnızca bireysel inanç ve ahlak açısından değil, aynı zamanda sosyal ilişkilerin güçlendirilmesi noktasında da önemli bir mesaj taşır. İyilik yapmanın, başkalarına yardım etmenin ve toplumun daha uyumlu bir şekilde yaşamasının yolu, bu ayetin ilkelerinden geçmektedir.

İslâm’a göre, insanın en yakınları olan ana-babası, akrabaları ve komşuları ile olan ilişkileri, onun imanının ve ahlaki karakterinin bir yansımasıdır. Bu bağlamda, kişinin çevresine karşı takındığı tutum, onun toplumsal algısını da şekillendirir. Dolayısıyla, bu ayetin pratikte uygulanması, bireyin maneviyata olan bağlılığını güçlendireceği gibi, aynı zamanda toplumsal huzuru da artıracaktır. Kişi, büyük bir ihtiyaç içinde olan yetimlerin, yoksulların ve komşularının yanında olursa, bu hem dinen hem de insani olarak büyük bir erdemlilik örneği sergilemiş olur.

Ayetin Güncel Hayattaki Uygulamaları

Günümüzde bu ayetin mesajını daha fazla toplumun her kesiminde yaşatabilmek için, sosyal yardımlaşma projeleri ve organizasyonları önemli bir yere sahiptir. İnsanlar arasında dayanışmayı sağlamak için oluşturulan bu tür projeler, dini ve ahlaki bir sorumluluğun yerine getirilmesinde etkili bir yol olur. Diyanet İşleri Başkanlığı, çeşitli hayır projeleriyle bu tür ihtiyaç sahiplerine ulaşmayı sağlamaktadır. Bireylerin bu değerlerin bilincinde olması, toplumu daha dayanışma içinde bir araya getirecektir.

Sadece toplumsal değil, bireysel olarak da iyilik ve hayır konularında adım atmak, Müslümana düşen bir görevdir. Bu ayeti elden ele dolaştırarak, kardeşlerimizin yardıma ihtiyacı olduğu her an onlara ulaşmaya çalışmamız gerekir. Dinimizin özünde barındırdığı iyilik ve yardımlaşma ruhunu sadece camilerde değil, evimizde, sokağımızda ve toplum içinde de yaşatmalıyız. Hangi sosyal statüde olursa olsun, herkesin bu değerlere sahip çıkması gerekmektedir.

Sonuç

Ayet, Allah’a kulluğun ve sosyal sorumluluğun bir bütün olduğunun altını çizmektedir. Allah’ın rızasını kazanmak için ana-babamızdan başlayarak akrabalarımıza, komşularımıza ve ihtiyaç sahiplerine gösterdiğimiz iyilik, sadece bir dini vecibe değil, aynı zamanda insanlık görevidir. Kendi nefsini beğenip övünmekten kaçınan, toplumda sevgi ve yardımlaşmanın sönmeyen bir meşalesini yakıp, başkalarına örnek olan bir mümin, gerçek anlamda Allah’ın sevgisini kazanmış demektir.

Özetle, Nisâ Sûresi 36. ayeti, sadece bir ibadet talimatı değil, aynı zamanda derin bir toplumsal birliğin ve dayanışmanın temellerini atmaktadır. Her birey, üzerine düşen bu görevleri yerine getirerek, toplumda köklü bir değişim yaratabilir. Kodlarımızda barındırdığımız bu değerlere sahip çıkmak, bizi Rabbimize bir adım daha yaklaştıracak, ilişkilerimizi sade ve samimi kılacak, sevgi ve merhameti egemen kılacaktır.

Scroll to Top